Doç.Dr.Nurşah BAŞOL
Kasım 2020
İkna (Persuasion ) ve Jane Austen
Değerli okurlar,
Beş aylık bir aradan sonra yeniden sizlerle birlikte olmaktan çok mutluyum. Umarım pandemi ile beraber evlere çekildiğimiz bu süreçte öneri yazar ve kitaplarım sizlerle buluşmuştur. Bu ay bende çok özel bir yeri olan bir yazar olan Jane Austen’in “İkna” isimli romanını sizlerle paylaşacağım. Jane Austen, 18. Yüzyıl İngiliz Edebiyatının en değerli yazarlarındandır. Eserleri günümüzde de sevilerek okunmakta, tüm kitapları birden fazla kez filmlere uyarlandığından aynı zamanda keyifle izlenmektedir. Tüm Dünyada hatırı sayılır bir hayran kitlesi olan Jane Austen’in, ben de Türkiye’den sıkı bir hayranıyım.
Jane Austen; 1775 yılında Hampshire, İngiltere’de rahip bir babanın 7. Çocuğu olarak Dünya’ya geldi. Ailede ablası Cassandra hariç diğer kardeşler erkekti. Jane, kırsalda mutlu, öğrenmeye açık bir çocukluk geçirdi hem de ablası ile birlikte yabancı dil, dans ve müziği de kapsayan bir eğitim aldı. Sonrasında babasının geniş kütüphanesi aracılığı ile öğrenme yolculuğuna devam etti. Çok küçük yaşlarda yazdığı ufak hikayeleri ailesi ile sesli okumalar, hatta küçük tiyatrolar halinde paylaştı ve onlar tarafından sürekli desteklendi. O dönemin İngiltere’sinde sahip oldukları küçük çevrede özellikle babasının desteği ile Jane yazma serüvenine devam etti. Babasının emekli olması ile Bath’a taşınan aile ki Bath Austen’in romanlarında yer tutan bir kaplıcalar şehridir- sonrasında onun ölümünden sonra kardeşlerinin yardımı ile onların evine yakın bir yere yerleşti. İlk romanı ‘Susan’ bir yayıncı tarafından satın alınsa da basılmadı. Sonrasında ikinci romanı olan “Sense and Sensibility (Akıl ve Tutku)” basıldı ve çok büyük bir başarı elde etti. Sonrasında belki de en çok bilinen romanı “Pride and Prejudice (Aşk ve Gurur)” yayınlandı ve kısa sürede ikinci baskıya geçti. Bu romanları “Mansfield Park” ve “Emma” izledi. Jane, 41 yaşında amansız bir hastalığa tutuldu ama iyice kötüleşene kadar yazmaktan vazgeçmedi. Bu güzel ruh, 1817’de hayata veda etti. “Northanger Abbey (Northanger Manastırı)” ve “Persuasion (İkna)” ölümünden sonra kardeşlerinin aracılığı ile basıldı. Ne acıdır ki kendi adı ile ancak ölümünden sonra kitapları basılabildi.
Austen, her zaman kadın kahramanaları ön planda tutar. Ama bu kahramanlar zeki ve güçlü kadınlardır. Geçmişleri, karakterleri birbirinden farklı olsa da hepsi için tek ortak nokta gerçek aşka olan inançlarıdır. Bu aşklar gerçek hayatta her zaman mutlu sonla bitmez elbette ki bunun en güzel örneği onun Tom Lefroy’a olan ve nihayetlenemeyen aşkıdır. Belki bu yüzden Austen romanlarında mutlu sonları sever. O dönemin toplumsal kurallarını tüm romanlarında iyi bir şekilde betimler. Mesela, babanın bir erkek çocuğu yoksa bu durum eş ve çocuklarının evsiz kalmalarına yol açsa bile tüm mirası erkek kuzene kalır. Babanın büyük oğlu mirası alır. İkinci çocuksanız eğitim alıp, iş bulmanız gerekir. Bir köy papazlığı size bir ev ve saygın bir iş kazandırır ama paranız az olur. Orduda görev yapıyorsanız ve eğer asil değilseniz ya da bağlantılarınız yoksa rütbeniz yükselmez. Amiral gibi en üst pozisyona gelseniz bile aileden gelme soyluluğunuz yoksa asillerle zengin olsanız bile hiçbir zaman eşit görülmezsiniz. Bir baloda soyluluk derecesi sizden fazla olan birine ilk siz selam veremezsiniz. Soylu bir genç kadınsanız sosyeteye tanıştırma balosuna kadar herhangi bir baloya katılamazsınız. Bir enstrüman çalmayı bilmeli, okumaktan ödün vermemeli, iyi dans edebilmeli aynı zamanda sürekli arkadaş ve ailenize uzun mektuplar yazabilmelisiniz. Aşkınızı erkeğe sadece ima edebilir, ancak çok yakınınıza itiraf edebilirsiniz. Bunları yazarken Jane Austen’in tüm romanlarını okumuş biri olarak o dönem İngiltere’sine dair iyi bir bilgi birikimimin olduğunu fark ettim. Zaten bana hangi zamanda yaşamak istersin diye sorulduğunda “18. Yüzyıl İngiltere’si ama soylu olarak” dememin sebebi de sanırım bu bilgileri epey içselleştirmiş olmam. Onların naifliğini, duygularını biraz ketum yaşamalarını, sanata olan düşkünlüklerini seviyorum. Bir de balolarını tabi ki, kabarık etekler, çiçeklerle süslenmiş saçlar, danslar..
Jane Austen’in gerçek hayatının romanlarından çok farklı olmaması, onun yaşadığı küçük dünyayı bizlere böylesi canlılık ve gerçeklikle yansıtabilmesi sanırım bir yazar olarak onun en önemli özelliklerinden biridir. Sıradan insanların, sıradan dünyalarının kapılarını bizlere açar. Bu arada ne kadar sıradan görünse de herkesin bir öyküsü olduğunu hatırlatır. Karakter tahlillerini bazen sözleri ile bazen mimikleri ile okuyucusuna aktarabilir. Belki yangınlar, felaketler, olağan üstü durumlar olmaz hikayelerinde ama bu sürükleyiciliklerinden, soluksuz okunmasından onları geri bırakmaz. Naif bir dünyadır Austen dünyası. Aşklar masumdur, zariftir. Gözlerle, davranışlarla, mektuplarla iletilir. “İkna”, aşkın en güzel yaşandığı romanlarından biridir. Anne Elliot, soylu ama parasız kalmış, ablası ve babasının soyluluk takıntılarını ve fevri tavırlarını anlayamayan, ailenin tek mantıklı bireyi olarak karşımıza çıkar. Anne yaklaşık 8 yıl önce kısa bir süre nişanlı kaldığı Frederick Wentworth’le yeniden karşılaşır ve olaylar gelişir. Elliot’lar, Musgrove’lar ve tabi ki Wentworth’ler arasındaki olaylar zinciri bize anlatılır. Bakalım Anne’in çok değer verdiği Leydi Russel bu sefer Anne’i mantıklı davranması hususunda yeniden ikna edebilecek midir?
Sınıf farkları, insan tahlilleri, o dönem İngiltere’si, zamana yenilmeyen aşklar, sanatla dolu dolu geçen hayatlar ilginizi çekiyorsa ve naif bir dünyanın kapılarını açıp, içinde zaman geçirmek istiyorsanız önce “İkna”, sonrasında tüm Jane Austen kitapları size iyi gelecek.
Kitap aşkına!